Geçip giden ne varsa hepsiyle yürekten vedalaşmak gerek. Bilmeliyiz ki
beklentilerimiz, ya olursa diye iç geçirmelerimiz, tekrar tekrar peşinden
koşmalarımız, dua ve inzivaya çekilmelerimiz hep zayıf kişiliğimizin ürünü. Kaybettiğimizi kabullenemiyoruz bir türlü ama ben söyleyeyim: KAYBETTİK, KAYBETTİK,
KAYBETTİK!!!…
Annelerimiz dualarını yaparken biz fiili
duamızı yapamadık, yüzüne her baktığımızda utancımızdan ölmek istedik yine de
yapamadık. Ölmeyi isteyecek kadar utandık, tiksindik kendimizden yine
başaramadık. Spontan hayatlarımıza küçük renkler katmak istedik, kimi zaman
başardık. Başarılarımız hiç takdir görmedi, hatta görmezden gelindi çünkü
bizim, bizim adımıza mutlu olan bir çevremiz olmadı. Kaybımızla mutlu olan çok oldu ve onları sevindirmeyi bir görev
bildik. Bu kahırla ve bitmeyen sorgulamalarla hep yeniden başladığımız yere
geri döndük. Kafamızda tonla soru işareti: NEDEN,
NEDEN, NEDEN? !!!
Kıyıya her yaklaşmamızda ya bir rüzgâr ya
bir fırtına ya bir heyula… Gücümüzü kesiyor, boşuna çırpınıp yorulmamıza sonra
da alabora olup boğulmamıza sebep oluyordu. Savaşmadık mı? Evet savaştık fakat
maalesef düşmanlarımız kancık ve savaş ahlakını bilmiyor. Ama ne zaman nereden
ve nasıl vuracağını biliyor ve kazanmış görünse de hep kaybettiğini düşünüyor. Bu belki bir nimet.
Kaybettik ve bir türlü kabullenemedik. Alınyazısını doğru
okuyamadık.Yedi kuşak belirlermiş insanın kaderini. Yedi kuşak kazandı, biz kaybettik. Bir yerden sonra mücadele
yüzsüzlüktür! Gitmediği yerde durmak gerek. Bunu bilsek de debelenmekten, rüsva
olmaktan ve utanmaktan yorulmadık. Kaderimizde olmayanı yaratmaya çalıştık
haddimiz olmadan. Her seferinde ayağa kalkacak bir bahane bulduk. Ya şimdi?...