Dedemin Dut (Gül) Ağacı |
Dedemin
Dut(Gül) Ağacı
Hatırlıyorum! Hatırlıyorum ben bu kokuyu. Sanki
yıllardır soluyor gibiyim şu an içinde bulunduğum havayı. Beni hayattaki
amacıma götüren yoldan seneler önce çıkmış da bu kokuyla yolumu tekrar bulmuş
gibiyim. İnsana zamanda yolculuk yaptıran, bir tel dumanla devirler atlatan esrarengiz
bir koku…
Birkaç dakika önce yaktığım tütsünün dumanı odamın
içinde halka halka ilerliyordu ve ben anıların kalbimde açtığı odalarda
beklenmedik bir seyahate çıkmıştım. Yaklaşık 30 yıl geriye götüren sebep bir
kokuydu. Sandal ağacının kokusu… Önce bu kokunun geçmişin neresinde durduğunu
hatırlamam gerekti. Tütsüler dedemin kerpiç odalarının “hayat”a açılan
kapılarının kenarlarına sıkıştırılır ve kokunun oradan tüm eve duman şeklinde yayılması
seyredilirdi.
Benim çocukluğumda salona “hayat” denirdi. Bu yüzden
hayat “hayat”ta akıp giderdi. Sandal ağacının büyülü kokusu yayıldıkça bezgin
bedenlerimiz gevşer; bu koku, zihnimizi bir anlık da olsa durdurmayı başarırdı.
Aslında en çok da bu sihirli kokunun nereden geldiğini merak ederdim. Son
derece sofistike bir durumla karşı karşıyaydım ve o zamanlar bu durumu ifade
edecek sözcükleri bulamıyordum. İşte büyüdün sevgili kücüğüm, içinde çarpınarak
döndüğün girdaplara bile isim bulabiliyorsun. Bu nasıl bir lüks, nasıl bir
ayrıcalık, farkında mısın? Duygularına tercüman olacak yetişkin cümleler
kurabiliyorsun.
O zamanlar en çok merak ettiğim konulardan biri dedemin
bu kokuları nereden aldığıydı. Düşününce ben bile şaşıyorum neden dedemden bu
kokulardan istemediğime. O denli pasif ve iradesini zihninin derinlerinde
bırakmış bir çocuk işte.
Hayattaki minderlerin üstünde bu sihirli kokunun
tadını çıkarırken vakit ikindiye yaklaşıyordu. Her ikindi vakti olduğu gibi
dinginliğin verdiği bir ağırlıkla ninemin mavi fondaki turuncu çiçek desenli
minderlerinin üstünde cırcır böceği seslerini dinlerdim. O saatlerde sanki bir
inilti her tarafa yayılır, insanların uykuda ve dinlenmede olduğu mesajını verirdi.
Bir taraftan evin yavru kedileri hayatta gezinirken diğer taraftan sevgi
arayışındaki bedenler yorgunca hayatın emektar tahtaları üzerinde salınırdı …
Her yıl anne kedinin doğumundan sonra yavruları
kendi aramızda paylaşırdık ve ben o yıl siyah beyaz olanı tercih etmiştim. Hayatta
dolaşan irili ufaklı kedilerin her biri kuzenler tarafından paylaşılmıştı.
Benim kedi tüm odaları dolaşır, kendini sevdirmek için yanımıza sokulur ve
sempati toplardı. Hayatta en çok gezinen ve bize en çok adapte olan kediydi. İkindi
vakti bu rutin ama zevkli alışkanlıklarımızı sürdürürken dedem de bu saatlerde
öğle uykusundan uyanmış teypten kasetlerini dinler vaziyette olurdu.
Teyp ve kasetler kerpiç evimizin odalarından birinde
“delik” denen girintilerde dururdu. Diğer tüm fazla eşyalar ise “oyma” denen
ahşap raflarda yerini alırdı. Dedem bantları takıp aşağıya inerken onun yaptığı
işleri seyretmek bana huzur verirdi. İnmeden önce hayattan “dambaş” bölüme
geçerdi. Şimdilerde isminin dam başından yola çıkılarak türetildiğini
düşündüğüm bu alanın dört yanında sıralanan bakır kovaların ve yağ
tenekelerinin içindeki
file
çiçeklerini sulardı. Namıdiğer sardunya. Sardunyalara bizim oralarda “file”
denir ve yaşlılar onlarca rengini yetiştirirdi. Aynı çiçekten onlarca saksı…
File çiçeklerinin büyüleyici bir kokusu vardır.
Çiçekleri minik yapraklıdır ama gövdesindeki kadifemsi yeşil yaprakların kokusu
gizemli bir tat bırakır insanın genzinde. Alıp derin bir nefesle kokladığınızda
zamanda yolculuk yapmanın sırrına varırsınız. Bu yönüyle sandal ağacıyla
yarışan rakip bir bitkidir kendisi. Yalnızca bir kokudur sizi geçmişte
gezindiren. File çiçeği ve sandal ağacının bu yolculuktaki sırlı rolü
tartışılmaz bir gerçektir.
O gün yine dedem hayattan yaklaşık 30 cm yükseklikte
olan "dambaş" girişine adımını atarak gezinmeye başladı. Zayıf ve uzun gövdesiyle
hafif eğilerek devam ediyordu turuna. Arada bir beyaz sakallarını sıvazlıyor,
çiçeklerin ne istediğini kestirmeye çalışıyordu. Eline bir süzek alarak file
çiçeklerini sağ baştan sulamaya koyuldu.
Dedem ya çalışır ya kuran okurdu. Onu başka türlü
hatırlayamıyorum. Son derece konsantre bir insandı. İşini yaparken, kuran
okurken ve camiye giderken… Önünden biz bile gelsek tanımazdı. Başını
kaldırmadan camiye varır aynı şekilde geri dönerdi. Çiçekleri sularken de işine
o kadar yoğunlaşmış görünürdü ki baktıkça onun hayatına imrenirdim. O küçük sayılabilecek
işleri bile bu denli itinayla yapması, eline aldığı her işi dünyanın en ciddi
işi gibi sürdürmesi, inceleme yaparken kuruyan yaprakların üzerinde dolaşan
elleri ve bende uyandırdığı o sarhoş edici, büyüleyici his… Ben de file
çiçeklerim olsun isterdim. Hatta ninemden öğrendiğim şekilde elime bir makas
alıp kuruyan file yapraklarını nazikçe kesmeyi hayal ederdim. Sonra oyma
dediğimiz raftan bir makas getirir ve tıpkı ninemin yaptığı gibi kuru yaprakları
yavaşça kesmeye başlardım. Çiçeklerin içinde kendimi çok özel hissederdim ve o
anlar hiç bitmesin isterdim. Saçımız taranırken duyduğumuz mayışma hissinden
hiç farkı yoktu dedem ve ninemle birlikte file çiçeklerini budamanın.
Aynı duygularla dedemi izlemeye devam ediyordum.
Sonra bir anlık boşluk ve dalgınlıkla dedemi kaybettim. Koşarak dambaşına
çıktım ve dedem orada yoktu. Yaklaşık 20 metre karelik bir alandı ve dört yanı
bakır file saksılarıyla (kova) çevriliydi. Dedemse ortalıkta yoktu. Kendi
etrafımda birkaç tur döndükten sonra dedemin çiçeklerin arasından çıkıvermesini
bekledim. Ama dedem yoktu. Dambaştan aşağı baktım. Dambaşın kenarlarında ahşap
(dedemin kendi eliyle yaptığı) korkuluklar vardı. Hayat, ev boyunca uzanıyordu
ve dambaş eve dikine yapılmıştı. İkisi birleşince L şeklini alıyordu. Dambaştan
aşağı bakarken dikdörtgen şeklindeki hayat solumda kalıyordu. Aşağı baktığımda
evin giriş kapısını rahatlıkla görebiliyordum. Girişin solunda dedemin kendi
elleriyle yaptığı oturak dediğimiz uzunca bir tabure bulunuyordu. Yaklaşık 3
kişilik oturma alanı bulunan bu taburenin üzerinde olup olmadığına baktım.
Böyle bir şey mümkün değildi, aşağı inmiş olamazdı ama ben yine de aramaya
devam ettim. Onu göremeyince karşıdaki yine dedemin cennet süpürgelerinin
çevrelediği “çalduvar” denen asmalı gölgeliğin altında biri olup olmadığını
dikkatlice gözlemledim. Sonra sağ taraftaki gül ağaçlarının altına baktım.
Dedem hiçbir yerde yoktu. Ortalıktan nasıl oldu da birden bire kayboldu, anlam
veremedim. O sırada aşağıdan kuzenlerin sesleri gelmeye başladı. Öğle sıcağını
atlatınca biraz oyuna koyulmak güzel olacaktı.
Dedemi bulamayınca aşağıya inip kuzenlerle oyuna
koyuldum. Dambaşın tam karşısında bulunan uzunca gövdesiyle kaygan görünümüyle
çıkmakta zorlandığımız kiraz ağacı için de yine dedemiz bir çözüm bulmuştu. Demirden
yaptığı üç ayaklı merdivenle kiraz ağacında bakkalcılık oynamaya başladık.
Küçükken en çok imrendiğim sahnelerden biri apartman katında oturmak ve
apartmanın balkonundan bakkal amcaya sepet sallayarak alışveriş yapmaktı.
Apartmanda yaşamak çok ayrıcalıklı olmalıydı. Biz de bu sahneyi kiraz ağacında
canlandırmaya karar verdik. Sırayla birimiz bakkalcı birimiz de apartman sakini
olurduk. Demir merdiveni tırmanarak kiraz ağacına çıkmayı başardım. Uzun ve
kaygan gövdesi bir çeşit palmiyeyi andırıyordu. Merdivensiz çıkmanın imkânı
yoktu. Kiraz toplamaya başladım. Bir iki ağzıma atıp birkaç da aşağıdan
kuzenimin verdiği kovaya atıyordum. Bu kova yoğurt kovalarını andıran minik bir
kovaydı aslında. Bir ağaca çıkmanın hazzını yaşayacak kadar çeşitli dallarda
gezinip kovayı doldurunca önceden aldığım ipi bağlayıp aşağıya salardım. Artık
yeme sırası kuzenimde. Tabii, bizim bakkal ve apartman sakini sıramız biraz
tuhaftı. Bakkal yukarıda, apartman katı ve sakinleri aşağıda dururdu. Ne yapalım,
bizimki de böyle bir apartmandı.
Ben de aşağıya inip doyasıya kiraz yemeye başladım.
Yerken çalduvar dediğimiz asmalı bölgeye çekilip gölgeden faydalanmayı ihmal
etmezdik. Dedem orada küçük ve kare şeklindeki bir alanı cennet süpürgesi
dediğimiz uzun, yeşil ve hoş kokulu bitkilerle donatmıştı. Düşününce, gerçekten
cenneti yaşadığımız yıllardı. Biz kirazların tadını çıkarırken mahalleden bir
teyzenin sesi yankılandı kulaklarımızda:
“Gonşular, gonşular..! Helil İbram dayımın dut
ağecinden su çıkıyor, gördünüz mü? Aboğğ, bu nasıl iş gıı..! Helil İbram dayım
gine yapdı yapıceğini. Hayırdır inşallah! Goşun gıı! Duymeyo musunuz?”
Kadınlar birkaç dakika içinde bahçe kapısının
önünde, sokakta toplanmaya başladı. Dut ağacı bahçe kapısından içeri girerken
hemen sağdaydı. Biz bu telaşlı kadınlarla birlikte yaşlı, iri gövdeli dut
ağacının göbeğinden akan suyu izlerken saatlerdir aradığım dedem evin
merdivenlerinden gülerek inip yanımıza geldi. İnanamıyordum. Yukarıda; hayatta
ve dambaşta her yere baktığım ve bulamadığım dedem merdivenlerden iniyordu.
Şaşkınca bakarken onun büyüklerin sorularını dinlemesini bekledim. Korkak bir
çocuktum. Çekingen demek daha mı doğruydu? Hangi duygu veya özellik daha ağır
basıyordu, hiç bilmiyorum. Ama büyükler varken dedeme soru sormaya kendimi
layık görmüyordum. Dedem heyecanlı kalabalığı gülerek dinledi.
|”Helil İbram dayı bu nası iş? Hiç görülmüş bişey
mi? Bu ağecin göbeğinden çıkan su da neyin nesi? Gözler dedemin üzerinde
merakla dolanıyordu. Dedemin açıklamaya keyifle geçeceği fark ediliyordu.
Dedem meraklı bakışları yatıştırmak için
kelimelerini seçerken diğer taraftan babam, annem ve kardeşlerim de gülerek
bakışlarını dedeme dikmişti.
“Telaşlanmeyin; bu gördüğünüz, ağecin göbeğine
saldığım suyun akıntısı. Ağeç yaşlı olduğu için göbeği çürümüş, bir nevi gübre
birikintisi hâline gelmiş. Doğal yollarla oluşan çukur kısma gül diktim.
Kırmızı gül. Sonra da bir hortum uzattım. Bu akan işte o su” dedi gülerek. Çok
şaşırmıştık. Kadınlar da şaşkın gülüşmeler eşliğinde: “Valla, Helil İbram dayı
Nasratan (Nasrettin) Hoce’yi aratmeyon ha! Ta nele® va® sende kim bilir?
-Dede! Ağaca nasıl çıktın? Neresinden çıkılır ki bu ağaca?
Dedemin ortadan
kayboluşunun sırrı şimdi açığa çıkıyordu.
-Dambaştan dut ağecine merdiven uzattım. Ağeçle
dambaş arasındaki merdivenin üzerinden yol gibi yörüyüp geçtim. (Dut ağacı
bahçe girişinin sağında dambaş ise solunda bulunuyordu.) İnanılmazdı! Dedem
resmen maceraya atılmış.
- Biz de istiyoz, biz de istiyoz!
-Tamam, emme geçerken dikkatli olun. Diktiğim güle de
zarar vermen. Biz koşarak hayata çıktık. Oradan da dambaşa. Dambaşın bahçe
girişine bakan tarafından dut ağacına uzanan tahta merdiveni görünce heyecanlandık
ve hemen atlamaya karar verdik. Demek dedemin kayboluşunun arkasındaki sır, bu
merdivendi. Önce önümüzdeki korkulukları aşmamız gerekiyordu. Küçük olduğumuz
için eğilerek altından sıyrılıp kendimizi bir anda merdivenin üzerinde bulduk.
Bizim için havalara uçmak gibi bir şeydi. Görünüşte ağaçla dambaş arasındaki
boşlukta duruyorduk. Her çocuğun belli aralıklarla uçma tutkusu gün yüzüne
çıkar. Bizim de elimize boşlukta durma fırsatı geçmişti. Normal şartlarda
duramayacağımız bir yerdi ve kalbimiz inanılmaz çarpıyordu. Merdivenin her bir
basamağında tatmin olacağımız kadar oyalandıktan sonra dut ağacına ulaştık. Bu,
inanılmaz bir şeydi. Yıllarca bu ağacı aşağıdan seyretmiştik. İşte, ilk kez
ağacın iç tarafını, göbek kısmını ve iç dallarını gözlemleme şansımız oldu. Bu
büyüleyici deneyimde ortada duran gül ağacını incelemeyi de unutmadık. Dedemin
tercihi açılmış tek gülü olan bir ağaçtı. Yani yalnızca fidanını dikmekle
kalmamış aynı zamanda çiçeği açmış vaziyette olan bir gül fidanını tercih
etmiş. Baktığımızda dut ağacının göbeğinde gül açmıştı. Bunu, hayatta kaç kişi
yapardı ki?
Hayatta kaç
kişinin dut ağacında gül yetişiyordu? İnanılmaz bir aileydik, inanılmaz bir
dedemiz vardı. İnanılmaz yıllardı. Artık o yılların yaşandığına dair bir kanıt
bulmakta zorlanıyorum. Her şey çok tatlı bir rüyanın hemen sonrası gibi... Bir
de ev var içimde oyuk oyuk yaralar açan. Ağaçlarsa sanki rüyalarımızda varmış.
Uyanınca ortadan kaybolmuş.
Şimdi ne mi
yapıyorum? Geçmişe kurduğum hayal merdiveninde bir elimde tütsülerim bir elimde
file çiçeklerim, boşluğa tutunarak ilerliyorum. İlerledikçe sonsuz oluyorum.
Ayşe OKTAY
#yazargibiyim
Merhaba.Siteniz oldukça hoş ve takip ettiklerim arasında.Zaman ayırıp yeni açtığım bloguma göz atıp takip ederseniz memnun olurum.Sağlıcakla Kalın.
YanıtlaSilhttps://hepfragmanizle.blogspot.com/
Canım yaa bende geçmişe ara ara gitsemde, yazdıklarını okuyunca hiç dönesim gelmedi yüreğine sağlık kuzen😍
YanıtlaSil