Etiketler

4 Haziran 2015 Perşembe

ESKİ ZAMAN KALINTILARI (edebistan.com'da)

ESKİ ZAMAN KALINTILARI


Soluksuz bir gece bu.
Sesler bölebilir filmi.
Odamın tavanında uçuşan
Silüetin gibi parçalanmış zaman.
Şuurumaltında dolaşan binlerce kehkeşan
Bilinmedik bir zafere çekiyor yolumu.
      Acı yok /kimi zaman/
      Nefessiz de aydınlanıyor insan.
Bir kral mezarıdır çocukluğum
Alameti bakışlarımda.
Bakışlarım irkiliyor kapı gıcırtısıyla.
Odalar var, her yerde insan,
Oralarda bize kalmamış mekân.
Bundan mı ki yurtsuzluğum?
       Ellerimde eski zaman kınaları.
       Annemin sırrıdır: “Kadın nişansız(kına) olmaz.”
       Ellerime bak anne
      Nişansız yola çıkılmaz.
      Avuçlarımda pusulam
      Ne yöne gitsem binbir sokaklı çıkmaz.
Havsalamda mahşerî kalabalık,
Hepsinin suratında donmuş mağlubiyetler
Niyet ettim unutmaya!
      Sonra dedim ki
  Anılar atlı, umutlar yaya!
                               (06. 03.2015)
                             Ayşe OKTAY (@yazargibiyim)





6 Mayıs 2015 Çarşamba

BİR GÜN SONRA YARIN (edebistan.com da)


Bir gün sonra yarın
Yarından sonrası düğüm
Pamuk ipliğinde ömrüm,
Bu kadar zor olmamalıydı
Ben daha küçüğüm.


Bir gün sonra yarın
Ömrüm şimdilik bir gün
Pişmanlıklarım, özlemlerim…
Hesaplaşmak için,
Hatıra defterimi bulun.

Bir gün sonra yarın,
Yarına bir isim bulun.
O meçhul, o bilinmez,
O hilekâr sihirbaz.
Yarını kelimelerle vurun.

Bir gün sonra yarın
Yarına bir tarih atın
Paradigmam ifşa olmalı
Taşlaşmış bedenlere
Yarını runik kazıyın.

Bir gün sonra yarın
Yarın kim bilir kaç gün...(02/02/2015- 12:16)
                                      Ayşe OKTAY(@yazargibiyim)
                                                  edebistan.com

20 Ocak 2015 Salı

DOĞUM GÜNÜME 5 KALA


DOĞUM GÜNÜME 5 KALA
5 gün var doğum günüme
Bu sefer zor geçecek belli
Aynalar kocaman kocaman dikelecek karşıma
Yüreğimdeki ısırgan otları belirecek
İte kaka büyüttüğüm ihtiyar çocuk
Karşıma hortlak gibi dikilecek
Kaçıp giderim sandım Ocak 22 demeden
29 yıl üstüme çökmeden.
Ne güç…
İnsanın kendine basıp geçmesi
Ölü bir bedeni ölümle tehdit etmesi
Gerisi uççurum, ilerisi karanlık
Çaresizlik boynuma çakılı gerdanlık
İteklemeyin, daha fazla gidemem
Adımlarımı sayarım /korkudan/
Belli etmem.
Belki eylemsiz cümleler kurarım
Durduğum yerden başka bir memlekete
Şiirler yazarım, söyleyemem.
Bugün sadelik elbisesini giydim
Sözcüklere ahenk değil anlam yükledim
Kızacak bana şairler
Şiiri derdime alet ettim.   (19/01/2015)
                            Yazar GİBİYİM

30 Kasım 2014 Pazar

DERS ÇALIŞTIĞINIZI UNUTTURACAK DERS ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ


           





Ders çalıştığnızı unutturacak ders çalışma yöntemleri

Ders çalışmak deyince insanların sırtında bir kambur beliriyor sanki. Öyle zor, öyle imkânsız bir şey yok. E tabi, bunda internette dolaşan o “Ders Çalışma Yöntemleri” başlıklı nizamiye kurallarının rolü büyük. O kadar zor bir durumdan söz ediliyor ki şikâyet edilmezse ayıp olur. Bu korkutucu kurallar yüzünden çocuklar klasik koşullanıyor, negatif düşünce biçimi gelişiyor ve başaramayacaklarına inanmaya başlıyorlar. O zaman bırakalım o katı kuralları ve kendi stilimizi oluşturalım.
        Okulda dersleri ilgiyle dinleyip sorulara cevap verip mutlu oldunuz(Bunu bir kere de olsa yaşamışsınızdır). Eve geldiniz ve hevesiniz kaçtı. Çalışmak istemiyorsunuz çünkü elinizde harfi harfine uymanız gereken kurallar var. İtiraf edin çok sıkıcı. (Bir kere o kuralları sıralayanlar sizin robot değil de bir insan olduğunuzu ve ruhunuzu hesaba katmıyorlar.)

             Ders Çalışmayı Nasıl Daha Katlanılır Hâle Getirebiliriz? 

1)      İlk olarak on beş dakikalık bir tekrar yapın ya da süresini kısa olmak şartıyla kendiniz ayarlayın.

2)      Şimdi de öğrendiklerinizi hayatınızın diğer alanlarına yayın. Örnek: Su içmeye giderken önemli bir bilgiyi tekrar edin. Markete giderken de aynı şekilde. Böylece zaman kaybetmemiş olursunuz.

3)      Okumanız gereken hikâyeler ya da bölümler var.(Ders kitabından olabilir) Bunun ödev olduğunu düşünmeyin. Oturup çay içerken alın elinize kitabı merak ederek ve eğlenerek okuyun, masanın başına geçip ders çalışma modunda değil.

4)      Öğrendiklerinizi aile bireylerine ya da arkadaşlarınıza pat diye anlatın. Örnek: “Babacım, her beyti aynı güzellikte olan gazellere “yek avaz gazel” denirmiş, biliyor musun? Annecim, kaside söyleyenlere “kaside-gû” denirmiş.” Bunu yaparak bilgilerinizi unutmamış ve kalıcı hâle getirmiş olacaksınız. Unutmayın, başkalarına anlatılan bilgiler en çok akılda kalanlardır.

5)      Sabah okula giderken günlük ing. kelime çalışmanızı tamamlayabilirsiniz. Örnek:

“Amazing” harika demek; ışığı kapatmak için “turn of”, kapıyı kapatmak için “close” kullanılır, diye tekrar ederek gidebilirsiniz.

6)      Kafanıza takılan ve çözemediğiniz soruları gece yatmadan önce düşünün en kısa sürede çözüme ulaşacaksınız.


    Bunun gibi birçok madde sıralayabiliriz. Bu maddeleri uygulayarak çalışmalarınızı hayatla birleştirmiş; çalışmanın, hayatın bir parçası olduğunu fark etmiş olacaksınız. Bunlar seçme maddeler. Tabi her ders için ayrı ve detaylı metotlar geliştirilebilir. Ama tadında bırakmak iyidir diyerek devamını bir sonraki yazıma bırakıyorum. Her konuda olduğu gibi yazıda da pratik ve anlaşılır olma derdindeyim. Az, öz ve faydalı olsun önemli olan bu. Aklıma gelen metotları sıralamaya devam edeceğim.

     Eğlenceli çalışmalar dilerim.              

                                                                                                                   Yazar GİBİYİM  ;)

26 Kasım 2014 Çarşamba

MEÇHUL ŞİİR




MEÇHUL ŞİİR

Neden, nasıl, niçin?

Hepsi bir muammayı çözmek için.

Çözümler bir tarafa,

Şimdi pişmanım arayışlarım için.

          Ne güzel, ne hoş, ne iyi,

          Hepsi bir insanı nitelemek için.

          Sıfatlar bir tarafa,

         Şimdi pişmanım gözümde büyüttüklerim için.

Ne zor, ne güç, ne acı,

Hepsi dünyanın müstehak adı.

Hak-hukuk bir tarafa,

Şimdi pişmanım idrak ettiğimden o adı.

           Susma, konuş, haykır!

           Hepsi, bir davayı dillendirmek için

          Kararlar bir tarafa,

          Şimdi pişman değilim davacı olduğum için.

                                                            (4.6.2007)

14 Eylül 2014 Pazar

BEN İSTEMEDİM



      BEN İSTEMEDİM
İstemezdim bu serapta seyran etmeyi,
Hedefini şaşırımış oklara kurban gitmeyi,
Dünyaya sultan gelmiştim oysa
Ben istemedim tahtımdan düşmeyi.

Baykuşlar tünemiş göz kapaklarıma
Amellerim emellerim olmuş.
Büyüdükçe büyüyor dehlizlerim
Ben istemedim bu girdaba aktör olmayı.

Hayretlerim şaha kalkmış,
Yalnızlıklarım miracı tatmış,
Sözcüklerim ambargo almış
 Ben istemedim mefkurelerle boğuşmayı.

Ne ümitlerle bu ummana dalıp
Zaman gibi bir meçhule talip,
Lâkinli cümlelerden yorulup
Ben istemedim serzenişlerde kalmayı.

Gemim su alıyor pusulam yok
Sular boğazımda vakit yok
Her şey planmış kaçış yok

Ben istemedim akla esir olmayı.      
                                                     28 Mart 2007
                                              Yazar GİBİYİM
NOT: Bu blogdaki her türlü yazı ve şiirler onaylıdır. 

31 Ağustos 2014 Pazar

SUSMAKTIR HAYAT

SUSMAKTIR HAYAT
Susmaktır hayat
Ve bütün kaktüsleri yutmak evrendeki.
Ta ki ciğerlerin parçalanasıya
Tek bir kan damlası çaktırmayasıya.
Bir veremliyi utandıracak kadar kan tüküresiye
Ve kutsayıp hüznü
Bal şerbet gibi yutasıya.
          Yazgımı tavan arasında bulmadım ben
At başı yürüdük /ikimiz de/
 Zalimdik
Kendi kendimin katili oldum
Olduk ikimiz de.
           Ve sustum…
Bütün konuşmamışlıklarımı kustum.
Eğer becerebilseydi dilim
(susarken söyledikleri dışında)
Güzel şeyler söyleyecekti.
Bir ölünün yaşama alanlarından
Hayat sınırlarından bahsedecekti.

                               Yazar GİBİYİM

7 Ağustos 2014 Perşembe

SEZAİ KARAKOÇ ve BANA DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Sezai Karakoç 

SEZAİ KARAKOC VE BANA DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

   En güzeli söze göbeğinden başlamak. Benim gibi edebiyatçı olup da edebiyata hasret yaşayanlar, matematik dersi anlatır gibi edebiyat anlatılmasından bıkanlar elbette vardır. Şiir ve roman sevdasıyla çıkılan bu yolda üniversitede sukutuhayale uğrayan tek ben değilimdir diye düşünüyorum. Ama hocalarına:” Şöyle bir edebiyat sohbeti yapın da dinleyelim hocam” diyen tek ben olabilirim. Anlaşılacağı üzere, edebiyat içinde edebiyata hasrettim.

   Üniversitedeki şiir yazma çabalarım olumlu dönütler alınca bunlardan bir tanesinin hocam tarafından“Edebiyat Otağı”na gönderilmesi ve yayınlanmasına rağmen  sonrasında benim, yılda iki üç şiir yazacak kadar duygudan yoksun hâle gelmem de edebiyatın ne kadar dışında yaşadığımın göstergesi olmuştur.
 Yıllarca, “Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

                  Meyveler sabırla olgunlaşırmış

                  Bir gün gözlerimin ta içine bak

                  Anlarsın ölüler niçin yaşarmış” ın üstüne başka şiir tanımadım.

   Son günlerde garip bir şekilde –duygusuzluğumun dibe vurmuş olmasına rağmen- şiir okumaya ve dinlemeye başladım. Bunu bilinçli olarak yapmadım. Çünkü her şeyde olduğu gibi şiirleri de hep sonralara bıraktım. Dinleyeceğim şarkılar mesela… Bir gün dinlenecek ama o bu gün değil. Karmaşık hayatıma eski tatların yeniden girmeye başladığını fark ettim.
     Formasyon sürecinde sunumunu yapan arkadaş bana : "Kaçırdın" (gülerek) dediğinde ben de ona: “İkinci Yeni”nin en sevdiğim sanatçısına( son şairi o anlatmıştı) yetiştim, sorun yok, demiştim.

    Son aylarda yine farkında olmadan (sonradan bilinçli bir şekilde) okumaya başladığım “En Sevgiliye” şiiri… Birkaç aydır sosyal medyada döne döne paylaştığım bu şiiri -hatta başbakanımız da okumuş-  her seferinde yeniden keşfediyor gibiydim. Okudukça –zaman zaman- taşlaşan yüreğime dokunan çok az şiir olduğunu ve bunların başında da “Karakoç Şiirleri”  olduğunu idrak ediyordum.

    Son günlerdeki ilginçliklerim bunlarla da sınırlı kalmayacaktı. Karakoç deyince, Karakoç Şiiri denince ben de ağlamaklı hâller, bir özlem... Öyle bir şairi –belki - bir gün tanıma arzusu… Olmasa da ihtimaldir işte. ayrıca Karakoç, soy ismininde bir cevher olduğunu düşünen tek ben olabilir miyim? Sezai Karakoç, Abdurrahim Karakoç ve Bahattin Karakoç.
Onun eserlerine duyduğum bu hayranlığı elbette dizelere, ses ve söz uyumlarına bağlamayacağım. Bu bir kalp işidir, kalbindekini en iyi yansıtan şair kişidir.

       İşte böyle… Böyle zamanlarda –bu zamanlar az olsa da-  içimdeki şirin çocuk dışımdaki hırçın çocuğa galip geliyor. Zaferin sahibi çocuk diyor ki:

“Eğer öfkeliyseniz bir Karakoç şiiri okuyun.

Mutsuzsanız, bir Karakoç şiiri okuyun.

Duygularınızı mı kaybettiniz, bir Karakoç şiiri okuyun.

Edebiyata mı küsdünüz, bir Karakoç şiiri okuyun.”  Belki hiç ses çıkarmadan hepimiz konuşuruz, hepimiz anlaşırız.

12 Temmuz 2014 Cumartesi


GAMSIZ değil AŞKSIZ
Yaşıyorsam hiç düşünmeden çok
Düşündüğüm günlere sayın
Tutunmuyorsam eski dallarıma
Ağaç kurudu, dallar çıplak sayın.
    Hadi geçin saatler geçin,
    Beni zamana karşı bertaraf edin
   Bir tek dizesi aşkın, sevginin
   Yıldırmasın beni geçin.
Değil mi ki
Hayatta her şeyin bir vakti var
Sevmek için çok geç
Affetmek anlamsız. (00.30)

    

11 Ocak 2014 Cumartesi

BEYNİM BANA BİR OYUN OYNUYOR


                                                                BEYNİM BANA BİR OYUN OYNUYOR

Söze nereden başlayacağını bilememek, nerede bitireceğini bilememekten biraz daha güç. Bir saat önce başlasam belki daha farklı bir cümle olurdu, bir saat sonra yine farklı… Sürekli düşünüyor olmanın verdiği bir değişkenlik.

       Gerçek dünyaya dönememe, problemleri kafada tekrar tekrar yaşayıp üzülme, tekrar tekrar haklı olduğunu anlatmaya çalışıp başaramadığın için üzülmek… Sonra da onlar gibi olamadığının bilinciyle dipsiz bir kuyuda debelenmek. Okuduğun onca kitap, deneyimlerin ve vicdanın oynama hakkını vermiyor. Oyun varsa gurur inciniyor. Dürüstlük başta gelir, öyle öğrenmişsin, erdemlere kıymet vermişsin; bu yüzden kendine dürüst olmaya ihtiyaç duyuyorsun. Başkalarından da erdem bekliyorsun, göremeyince tutunamıyorsun.

          Beynim bana oyun oynuyor… Nasıl oluyor çözemiyorum. Ben ki matematiği kafaya koyup hâlletmiş bir sözelci, her formülü deniyorum; çözemiyorum. Tutunanların formülü ne? Artık biliyorum, onların bir formülü yok; her şey yapıyla ilgili. Onlar öyle doğdu ve bir kez daha anlıyorum, bu işin bir kitabı, kuralı, formülü yok. Artık ümitsizliğimi kabul ediyorum. Ben ve onlar arasındaki farklar gittikçe çoğalıyor. Fark kapanmaz hâle geliyor. Dürüst olmaya çalışırken, kırıcı olmak, kırdığını kabullenmek; ama ben de kırıldım diye açıklama yapmaya çalışırken, suçluluk duygusunun pekiştiğini fark etmek… Erdemlerini başkaları anlamıyor diye onları içten içe suçlamak, sonra yine kendini suçlamak... Herkes gibi olamadığın için…

           Beynim bana bir oyun oynuyor ve ben hâlâ bunu çok da anlamış sayılmam. “Solgun bir gül oluyor dokununca” diyor şair. Bu gül benim ümit ettiğim her şey, dokununca kâbusa dönen, yok olan ya da beklemediğim şekilde olumsuz gelişen her şey. Daha iyi bir tarif bulamıyorum. Şairin bu şiirini çok kıskanıyorum. Şairin şiiriyle avunuyorum. “Solgun bir gül oluyor dokununca”, arzu ettiğim her şey.. Hepsi gözyaşıyla yapıyor finalini ve benim affetmem zorlaşıyor.

                                                                                                                                                       Yazar GİBİYİM

10 Ağustos 2013 Cumartesi

AYRI AYRI

                                                
Gölgesini arıyoruz yaşanmışlıkların
Hiç birlikte gülemedik.
Aynı gökyüzünün altında
Derince nefes alıyoruz günün belli saatlerinde.
Ne güzel...Yaşıyorsun benimle aynı çağda, diyoruz.
sonra günlük telaşlar.
Dolmuş duraklarına çaresizce bakıp
Midemize ağır taşlar basarak
Pişmanlıklarımızı susarak
Biraz mahcup biraz kırgın
Ayrı ayrı geçip gidiyoruz.
İkimiz de yeterince büyüdük
ve aşkı düşünmek için geceyi beklemeliyiz.
Gündüzler fazla aydınlık kasvetli zihinlerimize.
Yorgunluklarımız buna da izin vermiyor
Külçe gibi uzanıyoruz yatağa,
Uyku gözümüzden akıyor ve aşkı erteliyoruz.
Tabii hayal kurmayı da...
Birbirimizi özlemiyoruz uykuyu özlediğimiz kadar.
Buna büyümek diyoruz.
Günler birbirini kovalıyor ve
biz yine aşka geç kalıyoruz.
Ertelediğimiz duygular içimizde tortulaşmış bir kere.
Artık onları nasıl yaşayacağımızı bilmiyoruz.
Ayşe OKTAY 
#yazargibiyim
                                                          

NOT: Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.

30 Temmuz 2013 Salı

AĞIR AĞIR




     AĞIR AĞIR

Ağır ağır girdin gönlüme

Ağır ağır konuşuyordun zaten

“Kapalı e” kullanıyordun özellikle

Kapalı e’ ye de gıcıktım zaten.

       Ağır ağır duruyordun öyle

       Ağır ağır bakıyordun zaten

       Üstelik gözlerini çekmiyordun üzerimden

       Öylece bakanlara gıcıktım zaten…

Ağır ağır geçtin karşıma

Ağır ağır izliyordun zaten

Bir şeylere gülüyordunuz sessizce

Sessizce gülenlere gıcıktım zaten.

        Ağır ağır değil birden sevdim seni

       Ağır ağır bitiyordum zaten

       Sevmeyi de unutmuştum çoktan

       Bu yüzden sana da gıcıktım zaten.

                                                                              02.03.2008    06.38

                                                                           Yazar GİBİYİM
NOT: Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

BASİT BİR ŞUUR AKIŞI


Canım yanıyor
Acıyorum 
Derdimi en basit sözcüklerle anlatmak istiyorum.
Hiçbir kuruntu girmesin beyanıma
Sadece anlaşılmak istiyorum.

Acılarımı eliyor sabrım,
Sabrım bana bahşedilmiş bir nimet mi?

Yok! Hayır!

Böylesine güçlü olduğuma inanmak çok zor
Yirmi dört yaşındayım
Yarın var mı bilemem
Bu hesapla ömrümün sonundayım
Geçmişin varlığına inanamıyor insan
Sanki bir hipnozdan uyanmaktayım
Adımlarıyla henüz tanışan yavrucak kadar
acemiyim hayata..
Bu paytak yürüyüşlerin sebebi de ne?

Bana figüranlık düştüyse ve oyun tekse
Caddeden geçen herhangi biri ya da
Kafede oturan miskin kişi olmanın dışında
Beklentilerim mi var acaba?
Figüranları kendi vücudumda diriltmem midir,
Evhamlar koparan bu şey de ne?

Yavaşça çözülüyor sırlar:
Beklentiler rafa,
Aşklar gelecek kışa,
Affetmek şimdilik boşa..
Affediyorum işte, boşu boşuna…
Ayşe OKTAY 

24 yaşındayken… :)
(14.02.2010)
Yazar GİBİYİM

NOT: Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.

23 Temmuz 2013 Salı

GECE







  GECE

Düşünüyorum, düşlerimi silerek

Bütün renkler nötürleşiyor gözlerimde

Ay ve yıldızları bağlamışlar mı gökyüzüne?

Vakit hep gece, hep gece.



Yüzümde ölülerin dinginliği

Kalemimin ıstıraptan tutulmuş dili

Cahilliğimden midir, nedendir bilmem

Şaşkınım, alemin dili kuş dili.



Atomdan daha küçük zerrelerim

İncinmeye müheyya kelimelerim

Savunmam uzatmaları oynuyor,

Korkunun girdabında bekleyişlerim. 
Ayşe OKTAY 

(2007)

Yazar GİBİYİM

NOT:Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.


20 Temmuz 2013 Cumartesi

                 

              ONA MEKTUP                                                            
    Buram buram yokluğun dolaşıyor rüyalarımda.            
    Beni gördün mü hiç, uzun zamandır sokağında?            
    Sana kolaydı evet, geçmişe yok deyip yürümek            
    Hep yeniden, hep yeniden seni beklemek                                          
                                            bana zordu.                              
                             Bekleyişim sana minnet.                                        
     Çok zaman oldu, sen değişmişsin
     Çevren değişmiş.
     Benim çevrem sensin
     Senin evin, senin sokağın.
 
    Zaman geçti, mevsimler değişti.
     Hâlâ orada bekliyorum seni
     Çocukluğumuzdaki gibi
     Evinizde bekliyorum seni.
     Ne olur ihmal etme beni.
                            19.03.2013
                           Yazar Gibiyim
NOT: Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

2007'de Edebiyat Otağı Dergisi'nde yayınlanan şiirim :))


BULUŞMAK ÜZERE 

Yakup’un gözyaşlarını serpsen cihana
İbarahim’in ateşi gül-gülistan olur.
Denedim, söz geçmiyor ağyara
Formüller iflasta, yüreğimiz kalmış bir tek
Ruhun üflendiği güne hürmet,
Damlalarda buluşmak üzere…

Anahtarlar icat ettim boy boy,
Zihmime vurulan kelepcelere.
Açmazlara düşmüşüm döner bîçare,
Bir kapı umarak yoklarım boşluğu
Gökle yerin kavuştuğu yerde,
Sınırlarda buluşmak üzere…

Sustukça zorlaşır cümleler
Sustukça artar kekemeliklerim
Konuştukça unutkanlıklarım artar,
Sustukça kekemeliklerim.
Telaffuzum bozuk am(m)a,
Kelimelerde buluşmak üzere…

Şimdi kararsız bir akşamüstü vakit
Doğmakla batmak arasında bir güneş
Batımı ebed bil, ölümü tüket gibisinden bir felsefe
Ölüm ne kadar ölü?
İnsan ne kadar hayatta?
Sorular zor, yanıtlarda buluşmak üzere…

Ayşe OKTAY
29.03.2007 02:20
Yazar GİBİYİM

NOT: Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

GİDECEĞİM


Gideceğim, 
adımı kimseye ezberletmeyeceğim
Hiçbir gönülde baki olmadan,
çocukluktan kalma bir alışkanlığı da alıp yanıma,
İradesizliğime kızıp,
İsyanlar savura savura gideceğim.

Unutmak için verdiğim her çabayı küçümseyeceğim.

Celladım olmaya soyunan
üç beş suratı formatlayıp beynimden
acaba ile başlayan ümitlerimin canına okuyarak
dolu dizgin realite ile gideceğim.

Bir suçlu aradığım da yok üstelik
Haklı olmak eskisi kadar okşamıyor gururumu
Varlığım eski bir masalmış,
Eğreti duruyor şimdilerde.
Tüm zamanlar parsellenmiş birilerine,
Bilmem ne kadar önce.
Zamansızlıkla boğuşuyorum
Aidiyetsizliğime gömülüyorum boyumca.
Aradığım benden uzak olmasa da /her ne kadar/
Kaçış kendime olsa da
Aldanışımın lezzetiyle
Gitmek fikrini seveceğim.

Aklıma düşmez bir an eskiyi yâd etmek
Benim değildir belki aldandığım aşk
Başkasının hikâyesidir öykündüğüm,
Sudan sebeplerle koştuğum yürek,
başkasınındır.
Son cümleler kuruldu
Son söz icat edildi
İnsanlık bir adım daha ilerledi(!)
Bana kalpsiz dediniz, kalbimi kırdınız

Öfkemi yutana kadar gideceğim.
Ayşe OKTAY 

(21 Ağustos 2009)

NOT: Bu blogdaki  her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.

2 Temmuz 2013 Salı

BU ÇIKMAZ NEREDE BAŞLADI?














Bu Çıkmaz Nerede Başladı ?


Bugün on, on bir yıl önce bir arkadaşımdan aldığım mektup geçti elime. Daha önce de defalarca okumuş olmama rağmen yine alıp götürdü beni bir yerlere. Çünkü hakkımda yapılan birtakım tespitler vardı.İçeriğine değinmeyeceğim; ama arkadaşımı kişiliğimle etkilemiş olmalıyım ki bana o satırları yazma ihtiyacı duymuş.
       Yıllar sonra o mektubu okuyunca şöyle(lafın gelişi) bir silkelendim. Bu aralar hiç böyle şeyler duymuyorum çünkü. On yıl sonrasını sorarlar ya hep, ben on yıl öncesine baktım da eski benden eser kalmamış.Ne kimseye görüş bildiriyorum ne atılıp ben bu şekilde düşünüyorum diyebiliyorum. Anladım ki bu on yıl benden bir şeyler çalmış. Mücadeleci,inandığını söyleyen vatandaş gitmiş; yerinde yeller esiyor; ama kendini hâlâ eskisi gibi sanıyor.

      “Bir sen var senin içinde arkadaşım!” diye haykırıyor bir ses. “Senin akıl mazide, bedenin âtide, olmuyor böyle, olmuyor. Sonra da dersin: “Nerede yanlış yapıyorum? Nerede başladı bu çıkmaz? Allah’ım, ben neredeyim? Kim ki bu insanlar?” Olacak o kadar. Eşekten düşmüşe döndün; ağzın burnun kanamıyor ama iç organların fena hâlde kan kaybediyor, mesela kalbin.Anladın mı şimdi, en çok hasar nerede? “Mazi, içinde bir yara” fark ettin mi bunu? Gel merhem ol şimdi kendi yarana. Şimdi hatalarını sıralayacağım, iyi dinle:

1-)
Birinci ve en önemli nokta: Ben senin içindeki, özündeki gerçek “ben”. Sen ise yüzeysel düşünen, ne yaptığını bilmez basit birisin. Burada anlaşırsak diğerlerinde zorlanmazsın.

2-)
Ömür bir köprüdür, gelir geçersin. Bu kaçınılmaz son. Ne var ki bunu bile bile bu gidişata direnirsen çok yıpranırsın. Rahatla.

3-)
Bütün olayların içine girmek zorunda değilsin. Bu seni yıpratıyor. Bazen dışarıdan izlemenin zevkini tatmalısın. Ancak ölçüyü bilmiyorsun. Ölçüyü öğren.

4-)
Hep bir tek haklı arıyorsun. Oysa herkes kendine göre haklı olabilir. Esnekliği öğren.



Şimdilik bu kadar; sana vereceğim öğütler bitmedi.” diye devam ediyor sonra…

NOT: Bu blogdaki her türlü şiir, deneme ve makaleler zaman damgası ile korunmaktadır.